top of page

i*ne basin bunu da yazin


Eylül, 2001. Zor Tv Haber Merkezi. Hukuk fakültesinden şutlandığım, ve ne yapsam ne etsem bilemeyip de en sonunda “Ya ben gazeteci oliyim bari” dediğim dönem. Dış haber muhabirliğinde artık 1.5 senem dolmuş. Zor TV memleketin en büyük, en çok reyting alan kanallarından. Haber bülteni de öyle. İsimleri gizliyorum ki sıkıcı hayatınlarınıza renk getiren bu blog’a nazarlar değmesin, keyfimize halel gelmesin.

Günlerden Cumartesi. Birkaç saat sonra ana haber bülteni bitecek ve sonunda çıkıp rahatça eğleneceğim çünkü Pazar haftanın tek izin günü. Ama o Pazarlara bile çok güvenmemek lazım. Bir Cumartesi gecesi Pano Şarapevi’nde bir yandan pot-head garsonun sana tuvalette işerken zorla ağzına dayadığı otu içmeye diğer taraftan da (kelime anlamıyla) bir fıçı şarabı bitirmeye çalışırken şöyle bir telefon gelebiliyor mesela: “Oğlum Hafız Esad ölmüş, yarın çalışıyoruz.”. Sen de “Hay Hafız tam da ölecek günü buldun senin taaaa....” diyip bir yandan da hem fıçıyı bitirmeye çalışıyor hem de çıkarken garsonun sana hazırladığı sarmayı cebine koyuyorsun. Şimdi düşünüyorum da ne güzel yerdi yav Pano. Veya ne güzel garsondu yav.

Bu gece bir telefon daha gelmesin, tüm diktatörlerimize Allah gani gani ömür bahşetsin diye dualar ediyorum. Çünkü bu gece J&B Techno Festivali var – headliner Orbital!

İşte bir yandan dualar edip bir yandan da kimsenin umrunda olmayan dış haberleri yazarken (Mozambik’te sel, Şili’de polis-çiftçi çatışması, İsviçre'de soğuk füzyon) telefon çaldı. Tanrı katından aranıyordum. Haber Müdürü’nün sekreteri beni Haber Müdürü’nün (=Tanrı) çağırdığını söyledi. Biliyorum, işyerindeki abzürt hiyerarşiye örnek olarak hep mitolojik analojiler kullanılır. Yok o Zeus yok bu yarı-tanrı vs. Ama bizim Haber Müdürü’nün (ki kendisini yakinen tanıyorsunuz) durumu cidden kritikti: öncelikle televizyonda çalışmak herkese (şoför, arşivci, montajcı dahil) ek bir ego verir. Hele bir de ekran karşısına çıkıyorsanız aman tanrım. Hele hele bir de bizim Haber Müdürü gibi hem esas patronun uzantısı hem de ekran karşısındaysanız eyvahlar olsun. Bir de üstüne kabineden Bakan düşürtecek kadar askeri ve politik bağlantılarınız varsa – anladınız gerisini...

Hani lisede, ortaokulda, dersin ortasında müdür muavini tarafından çağrıldığınız anons edilince başlarsınız ya düşünmeye – ulan ben son dönem ne boklar yemiştim ve hangisi ortaya çıktı acep diye? (Ör. (a) Fotoğraf laboratuarının yakılması, (b) sınıf arkadaşınızın namahrem yerinin fotoğraflarının çoğaltılıp satılması (tekrar özür dilerim Mutlu), (c) alt dönemlerden zorla içki parası toplanması, (d) hep biri + diğerleri).

İşte aynı düşüncelerle Haber Müdürü'nün katına doğru çıkmaktaydım – son dönem ne bok yemiştim de Haber Müdürü beni (a) ya kovacak ya da (b) kovmaktan beter edecekti?. Sorgulama şu sonuçları vermekteydi:

1. Dizaltında biten külotlu çorap fuck-up:

Birkaç gün önce, son anda haber bültenine Milano Moda Haftası haberini yaparken şu şekilde bir cümle kurmuştum “Ünlü modacı, kreasyonlarını, diz altında biten külotlu çoraplarla süslemiş”. Bu cümle olduğu şekliyle (tamamı erkeklerden oluşan) editör, sesçi ve montajcı engellerini tek tek aşmış ve kendisine memleketin en çok seyredilen ana haber bülteninde yer almıştı. Çok değerli bir seyircimiz de (o da erkek) çok sağolsun bu hatamızı atlamamış, haber merkezini aramış ve telefonu da aça aça koskoca haber merkezinde Haber Koordinatör açmıştı.

2. İkiz panda fuck-up:

Önceki hafta çooook önemli bir haberi kaçırmıştım. “Haber kaçırmak” demek “önemli” bir haberi editöre söylememeniz ve bir de diğer kanalların bu haberi yapması demekti. Peki sizce aşağıdakilerden hangisi Türk haber bültenleri için önemli bir dış haber idi:

  • Venezüella’da yaşanan toprak kayması sonucu 100.000 kişinin müteveffa olması,

  • Amerikan ve Avrupalı bilim adamlarınca insan DNA'sının şifresinin çözülmesi.

  • Panda bebek.

Evet bildiniz -panda bebek. Haber yöneticileri “soft haber” denen bu haberlere bayılırlar. Moda haftası olsun, götünden balon çıkaran köpecik videosu olsun, panda doğumu olsun...Ama illa da panda doğumu. Şu diğer iki haberi atlayın (ki onları da atladım hiçbir şey olmadı) ama panda haberi atlayın, kapının önündesiniz. İşte bir hafta önce, Çin’de aşırı anaç bir panda kalkmış bir değil tam iki panda birden doğuruvermişti. Hem de ikiz – ve ben bunu atlamıştım.

Haber Müdürü’nün huzuruna çıkana kadar kafamdaki yarım kilo Ondüla terden erimiş, şimdi de kaş ve kirpiklerimi birbirine yapıştırmakla meşguldü. Acaba hangisiydi? Yoksa ikisini birden mi duymuştu? Külotlu çorapsa bir tek yırtabilirdim belki ha? Endişem Haber Müdürü’nün odasına girdiğimde dehşete dönüştü. Tanrı'nın huzurunda yalnız değildim, biri daha vardı – Keto!

Tabi ki kendisi değil, esas ismini gizlemek için böyle söyledim. Bu Keto diye adlandırdığım kişi dönemin eeeeeen forslu polis amirlerinden biriydi. Sürekli bir suç örgütüne baskın haberleriyle gündemdeydi. Bizim Tanrı ile de kankaydılar. Tanrı ortaklaşa gıcık kaptıkları birinin haberini yapıyor (Ör. İçişleri Bakanı), diğeri de bu haberi “ihbar” kabul edip gözaltına alıyor, sonra gözaltı kasedini bizimkine veriyordu. Usual business.

Keto’yu görünce konunun pandalar olmayabileceğini düşünmeye başladım, ama nedense bu beni rahatlatmadı. Tanrı, “Kırmızı Şortlu, gel şöyle, bak Keto abinin senden bir maruzatı olacak” dedi. Keto’nun kafa hala önüne eğik, dikkati tespihindeydi. Sonunda “maruzatı” her ne ise benimle paylaşmak için kafasını kaldırdığında ufak bir şok geçirdi. Çünkü Tanrı ve Keto’nun karşısına (i) yemyeşil, ispanyol paça latex pantolonum, (ii) radyoaktif yeşili kazağım ve (iii) mavi Pumalarımla öıkmıştım– dedim ya akşam J&B Techno Festivali vardı...

Keto ise karşısında koca bir bambu görmekten pek hoşlanmışa benzemiyordu. Zaten genel olarak hayattan pek zevk alan bir tipe benzemiyordu. Neyse, başladı maruzatını anlatmaya: “Bak Kırmızı Şortlu kardeş, duymuşundur biz geçenlerde Tellioğlu Ailesi’nden bir kaç kişiyi aldık. Şimdi dün bunları serbest bıraktık ama öğrendik ki mınagoduklarımın Adli Tıp’tan işkence raporu alacaklarmış.” Sonunda konu açıklığa kavuşmuştu: Hüseyin Abi. Adli Tıp uzmanı Hüseyin Abi. Beni kardeşi gibi seven Hüseyin Abi.

Ben Zor Tv’ye girdikten sonra bizim muhabirlere birkaç kez Hüseyin Abi aracılığıyla kıyak geçmiştim. Hani o sırada otopsisini o yaptığı için sadece Hüseyin Abi’nin bildiği, ama iki gün sonra herkesin öğreneceği bazı bilgileri öğrenip bizim muhabirlere aktarmıştım. Tabi ki bu Tanrı’nın kulağına gitmiş ve kendisi de yeri geldiğinde bu “haber kaynağımı” zorla kullanmıştı: Üzeyir Garih cinayeti.İlk günlerde daha cinayet mi, intihar mı belli diilken, sayemde hem Zor TV’de hem de aynı grubun gazetesinde 26 punto “9 BIÇAK YARASI” şeklinde haberler yaparak reyting rekortmeni olmuştu. Şimdi de belli ki Keto “Abi beni kurtar” diye gelince aklına ben gelmiştim. Sağolsundu.

Keto anlatmaya devam ediyor, masumiyetini savunuyordu: “..yani Kırmızı Şortlu, yemin billah işkence falan yapmadım, ama naapacak bu amınagoooduuumun puştları, gidecekler alacaklar elektriği dayayacaklar taşşaklarına sonra da gidecekler Adli Tıp’a...”. Bunu söylerken bir yandan da elektrik kablosu süsü verdiği tespihini apış arasına bastırıyordu.

Aha, tespih şimdi de mikroskopa dönüşmüştü: “Bak, ne yapacak Adli Tıp’taki laborant, mikroskopa bakacak, hoooop negatif yazacak!.” Sonra da sunumunu şu şekilde bitirdi: “Şimdi biliyorum, Adli Tıp doktorları polisleri faşist bilir. Ama yemin billah faşist değilim.”.

Ben odaya girdiğim noktada, kapının önünde, artık terden eriyen jöleler ağzıma ulaşmış halde, dehşet dolu gözlerle kendilerini seyrediyordum. Tanrı sessizliği: “Hadi Kırmızı Şortlu, sen çık şimdi Adli Tıp’taki adamlarınla konuş, bu işi hallet. Yalnız telefonla konuşma. Git görüş. Bugün erken çıkabilirsin. Hadi haber et sonra.

J&B Techno Festival için Park Orman'a vardığımızda Orbital başlamıştı bile. Hemen danseden onbinlerce kişinin arasına karıştık. Ama benim dans edebilmem için müzikten fazlası gerekiyordu. Cebimdeki iki hapı biran önce yutmalıydım. Biran önce yutayım ki Orbital bitmeden “geliyim”. Biran önce yutayım ki “Anne Nicole Smith düşüp memesini kırmış, yarın çalışıyoruz” telefonu gelmeden rahat rahat eğleniyim.

Tamam yutacaktım da neyle? En yakın bar yüzlerce metre ilerdeydi. Gitsem bizimkileri bu kalabalıkta mümkün diil bir daha bulamazdım. Etrafıma bakındım ve aşk ve mutluluk içinde dans eden genç bir çifti hedef seçtim. Daha doğrusu ellerindeki ufak Efesleri. Elemana doğru yaklaştım ve tam “Pardon, içkinden bir yudum alabilir miyim?” diyecektim ki eleman kız arkadaşını kolundan çekip birkaç adım öteye geçti. “Ya sabır” diyip peşlerinden gittim. Yine aynını yaptılar. “Bir bakar mısın?” diye diye bir süre ikisini kovaladım. Sonunda güzide ve korkak çiftimizi yakalayıp da tam elemanın kulağına “Birandan alabilir miyim?” diyecekken bu kez de dediğimi duymamak için diğer yana doğru yatmaya başladı. “YAHU BİRANDAN BİR YUDUM ALACAM YA HEMEN GERİ VERECEM” diye bağırıverdim sonunda. Beni artık polis mi sanmıştı ne sanmıştı lavuk.

Eleman sevgilisine dehşet dolu gözlerle baktı, korka korka birasını uzattı. Birayı alır almaz gözlerinin önünde iki hapı da yuttum, birayı uzatıp teşekkür edip arkamı döndüm. Döner dönmez arkamda bir bağırış oldu – eleman etrafındakilere dönmüş şu şekilde bağırmaktaydı: “GÖRDÜNÜÜÜÜÜÜÜÜZ MÜÜÜÜÜÜ, ŞU ELEMAN GELDİ, BİZDEN ALDIĞI BİRAYLA İKİ HAPI BİRDEN AĞZINA ATTIII! AMAN TANRIIIIIIIM, İSTANBUL’A BAYILIIIIYOOOOOOOORUUUUUUUUUUUUUUUUMMMM YEEEEEEAHHHHHHHHHHHHHH, İSTANBULLLL ROOOOOCKSSSS!

Keto hususunda ne yapacağıma Orbital için ter dökerken karar verdim. Hiçbir şey yapmayacaktım. Bu kadar güçlü ilişkileri olan Tanrı cidden istese eminim o işkenceyi örtbas ettirebilirdi. Keto’ya “Bak ben senin işini paratöner gibi giyinmiş götü boklu muhabirimle hallederim” mesajı vermek istemişti. Zaten sonuç olarak hiçbir şey yapmamak dışında bir seçeneğim de yoktu. Tanrı da bir daha birşey sormadı. Zaten 10 gün sonra, ayın 11'inde, dünya bambaşka bir yer olacaktı...

Ha bu arada, Keto polislikten atıldı ve cezaevine girdi, Tellioğlu Ailesi ise bir sonraki kabineye.


Recent Posts
bottom of page