top of page

No Boyalik Plaji No Cry


Takside giderken hapşırırsam kulaklığımı çıkarıyorum. Çıkarıyorum ki şoför olur da “Çok yaşa” derse, “Hep beraber” diyebiliyim, adamın lafını havada bırakmıyım. Bunu benden başka yapan çok yoktur heralde. Bu ne kadar nadide bir insan olduğumu gösteriyor kesinlikle. Eğer siz de yapıyorsanız siz de nadide olabilirsiniz. Bilmiyorum.

İşte siz değerli kullarımla bu buluşmamızda, hayran mektuplarında sıklıkla karşıma çıkan gelen bir soruya cevap vermek istiyorum:

Nadide insan, yüksek kişilik, dünya vatandaşı Kırmızı Şortlu’yu hiç kırdılar mı, hiç üzdüler mi?

Sonuçta ben de insanım sevgili vatandaşlarım, tabi ki üzüldüm de terk edildim de. Ayrıca 90’lı yıllar ergeniyim sonuç olarak. Kırılmak, üzülmek, (ne yazık ki) Cezmi Ersöz okumak, Four Non Blondes’da ağlamak, Four Non Blondes dinlemekten dönerken de belediye otobüsünde yaşlı amcanın enseden içeri kusmak bizim jenerasyonun alınyazısıydı (öyleydi di mi ya???). Ama terk edilmekten bile kötüsü vardı: hiç yüz verilmemek! Zaten hiç başlayamıyorsun ki terk edilesin. Sorsan o zaman terk edilmeyi hiç yüz verilmemeye tercih ederdi tüm ergenler bence.

İlk kez “Bu kesin bana yüz vermez” diyip de yine de şansımı denediğim kız Ceren Y. idi . O lisenin (gerçi kendisi orta ikideydi) en popüler kızlarındandı. Niye popülerdi peki? Çünkü sarışındı. Daha sonra nasıl arttı sayıları bilmiyorum ama o zamanlar çok az sarışın vardı. Çoğunluk benim gibi kavruktu. O yüzden mesela saçı kömür siyahı renginde olmayan herkesin takma adı “sarı” idi. Sarışınlık geçer akçeydi. Ceren Y'nin sevgilisi de tabi ki sarışındı (koyu kumral) ve tabi ki okulun en popüler insanıydı. Çok da iyi bir insanmış, pek tanıma fırsatı bulamadım. Gerçi bir sene sonra burnunu kıracaktım durup durduk yerde ama o konuya sonra gelelim (Mertçim, okuyorsan, çok öküzlük ettim valla özür dilerim).

Neyse Ceren’e geri dönelim. Lise 1, bahar ayları. Geleneksel su savaşları başlamış durumda. Ellerimizde su dolu naylon torbalar, kız avındayız. Çünkü biz abazan ergenlerin amacı belli: kızları ıslatıp ıslak gömlekler üzerinden meme uçlarını görebilmek. Ortaokulda mal mal birbirimizi avucumuzda taşıdığımız sularla ıslatmaya çalışırdık. Ne naifmişiz. Liseye geçince naylon torbalar devreye girdi ve bir torbayla bir kişiyi tepeden tırnağa ıslatama gücüne eriştik.

Ama naylon torbanın da bir dezavantajı vardı - ancak arkadan gelip birisinin başından aşağı boca edince işe yarıyordu. Yoksa torbadaki suyu uzağa fırlatmak mümkün değildi. İşte o bahar, hem hacim hem menzil sorununa müthiş bir çözüm buldum. Hem de burnumuzun dibinde duran bir çözüm: senelerdir bıkıp usanmadan cüzdanımızda taşıdığımız o tek prezervatif! Prezervatif sadece naylon torba kadar su almakla kalmıyor, bir de suyu koridorun yarısına kadar fışkırtabiliyordu. Bu ölümcül keşfimin ardından babamın çorap çekmecesindeki bir kutu prezervatifi yürüttüm ve ertesi gün okulu terörize etmeye başladım. İşte Ceren ve meme uçlarıyla da böylece yani kızcağızın karşısına bir anda çıkıp sırılsıklam etmem sayesinde tanıştık.

Akşam eve gittiğimde “Ulan bu Ceren Yıldız’a çıkma mı teklif etsem acep?” diye düşünmeye başladım. Kesinlikle ayrı sınıfların insanıydık. Bir kere ben 1.60’tım ve feci kavruktum. Yakışıklı da diildim sevimli de. Fırlamaydım sadece ama bu kızlar arasında pek geçer akçe diildi. Sonuç olarak ben Yozgat’tandım Ceren Cenevre’den. Ama Ceren’i öpme hayali aklımı başımdan almıştı bir kere. Hülyalarımı odama giren annem böldü.

Oğlum, babanın çorap çekmecesinden bir şey eksilmiş, sen mi aldın?” dedi utana sıkıla.

Evet” dedim net bir şekilde. Annemin suratı garip bir şekle girdi.

Geri verir misin onu bana?” dedi sesi biraz daha kararlı.

Bitti” dedim “Kalmadı hiç”.

Annemin suratı artık tanıyamaz olmuştum. Biricik masum ergen oğlunun aslında bir seks makinesi olduğunu fark eden anne suratı nasıl olursa öyle bir surat işte. Dövse mi sövse mi bilemedi. Kapıyı düşünceli düşünceli çekip çıktı odadan. Sabah uyandığımda ise çalışma masamın üstüne aşağıdaki buldum:

Babam sağolsun sabah ben uyurken odama girip babalık görevini yerine getirmişti…

Sahte de olsa erkek olmanın verdiği gazla sabah okula gittim ve ilk teneffüste Ceren Y’yi bulup hafta sonu sinemaya davet ettim. Çünkü doğru olan buydu, kaykay pistindeki abilerden böyle öğrenmiştim. “Benimle çıkar mısın?” denmezdi, sinemaya vb. davet edilirdi. Doğru olan buydu eminim çünkü bu abiler kolejli, hatta biri Amerikan Kolejli idi, işi bilirlerdi. Ayrıca bana öpüşme antremanı da göstermişlerdi.

Taze ayrıldığı sarışın (koyu kumral) erkek arkadaşını kıskandırmak için mi, hava çok sıcak diye mi anlamadım ama Ceren çıkma teklifimi kabul etti. Lise binasına geri dönerken sanki havada uçuyor gibiydim çünkü ayaklarımı katiyen hissetmiyordum. Cumartesi gelip de Ceren’le buluştuğumda da pek bir şey hissetmiyordum çünkü Tamer’in aklına uyup annemin ecza dolabına girişmiş, bulduğumuz Insomin tabletlerini sek rakı eşliğinde götürmüştük. Kafam kadar güzel olmuştu ki, Ceren’e daha buluşmadan aşık olmuştum bile. Gerçi o kafayla bizim kapıcıya bile aşık olabilirdim..Ama karsına değil. Bir kere, banyo yaparken kendisini dikizlemiştik. Hala gözümün önünden gitmiyor talihsiz görüntü...

Aşkımla Cumba’ya gittik. 90lar İzmir’inin ünlü gündüz diskosu. Normalde sokağına girsem kovalayacakları mekana Roma’ya giren Sezar gibi girmiştim. Sarhoştum, aşıktım, gururluydum ve az sonra da ilk kez öpüşecektim!

Ceren’le aşkımız hızlıca alevlendi, hatta öyle bir alevlendi ki bir kaç hafta içerisinde sözlenmeye karar verdik. Küçük Park’taki Ikarus Cafe’de topladığımız arkadaşlarımız önünde birbirimize gümüş yüzüklerimizi taktık (içlerinde tarih ve "Kırmızı Şortlu Çocuk kalp Ceren" yazıyordu).

Bir kaç haftaya okullar kapandı, yaz tatili geldi. Ceren'lerin tabi ki Çeşme’de yazlıkları vardı, çünkü kendisi sarışındı ve popülerdi. Biz ise karavancıydık, has kavruktuk. Ama tüm yaz alınyazımdan ayrı kalamazdım, buna katlanamazdım. Ne yaptım ne ettim, alttan girdim üstten çıktım, bizimkilerden Çeşme’ye gitmek üzere izin kopardım.

Ben ve rock/metal grubum Propaganda’nın diğer 3 seçkin üyesi, bir yerlerden bir çadır bulup Çeşme’nin yolunu tuttuk. Cerenlerin yazlığının olduğu Boyalık plajına altımda alacalı Quicksilver pantalonum ve siyah asker botlarım, üstümde Alcoholica t-shirtümle ve yarım kilo Ondüla jöleyle indiğimde aşırı çekiciydim.

Bu şekilde, botlarım kuma gire çıka, sevdiceğimin sitesine doğru koşmaya başladım. Siteye vardığımda Ceren’i bir başka elemanla yürürken gördüm. Hem de sarışın (kumral) bir eleman! Ceren beni görünce sitenin içine kaçtı. Elemanın adının Gürol olduğunu, bizim liseden olduğunu ve Ceren’in yeni çıktığı olduğunu Ceren’in kankasından öğrenecektim.

Sonraki 1 hafta Boyalık plajında bol bol Efes Güneşi içtim, Akdeniz Akşamları ve Sad But True eşliğinde bol bol, acı acı ağladım.

Propaganda ilk ve son konserini bundan birkaç hafta sonra bizim evin balkonunda verecek ve konseri polis basacaktı. Birkaç ay sonra ise yine bir "Bu bana bakmaz"a tutulacak ve kendisi tarafından, yine aynı plajda, bir kez daha terkedilecektim. Gürol ise daha üniversitede kel kalacaktı (ohh olsun, ahımı almayacaktın).

Hepinizi kulunçlarınızdan öperim. Sevgiyle kalın. Kıps bye.


Recent Posts
bottom of page