top of page

Bir Yaz Gecesi Belasi


Evet Kırmızı Şortlu Çocuk’un sadık izleyicileri. Bugün sizlerden gelen hayran mektuplarında özellikle sorduğunuz bir konuya değineceğim: Kırmızı Şortlu gibi dünya vatandaşı, gözde bekar bir salon erkeği nasıl otomobillerden hoşlanır acep?

Öncelikle merakınızı gideriyim: uğurlu otomobilim kırmızı Lada Samara arkadaşlar. Artık kim ne kadar kazandı girdiğiniz iddialardan bilemiyorum, kimseyi de incitmek istemem, ama durum böyle. Şimdi “Peki niye kırmızı Lada Samara?” sorusunu cevaplamaya gelelim:

Temmuz, 1997. Kuşadası, Nazilli Sitesi.

Üniversite birinci sınıf sona ermiş, İzmir’e dönmüştüm. Her ne kadar hukuk fakültesinde okuyor da olsam, babamın benden bir bok olmayacağına dair haklı görüşü değişmemiş, “Bari bir meslek öğrensin” diye beni Atasay Altın şirketine çırak olarak vermişti. Bir ay boyunca, içinde kuyumcu olan hemen her Ege kasabasını “Çantacı yardımcısı”* olarak ziyaret etmiş, kuyumculara altın satmıştım.

Çıraklık dönemimi, bol bol kırmızı Winston ve ara sıra da uzun Marlboro Lights içebilecek kadar bir parayla tamamladıktan sonra Kuşadası Turyat Kamping’in - yani aile karavanımızın- yolunu tutmuştum. O iç karartıcı ortaokul yazlarından farklı olarak bu kez karavanda tek başımaydım. Ve altımda da babamdan izinli olarak aldığım arabam, kırmızı Lada Samaram vardı.

Bir gün, Samaram’ın da verdiği özgürlükle liseden kankalarım Laz, Kelle ve Sibop’yu ziyarete Kuşadası’nın devasa sitesi Nazilli Sitesi’ne gittim. Kendilerini tahmin ettiğim gibi sitenin plajındaki çay/bira/köfte/parmak patates/pinpon ve bilardo kompleksinde 3-5-8 oynarken buldum. Benle eşli piştiye başladık. Yaklaşık 1 saat ve onlarca biradan sonra Sibop “Hadi gidip bizim sitede sahilde maç yapalım” dedi. Sahilde maç demek, sahilde kızlar demekti, hemen fırlayıp Samaram’a doluştuk.

Birkaç dakika sonra Beyaz Ada Evleri Sitesi’nin sokaklarındaydık. Tüm veletler ve onlara bakmakla görevli dedeler/nineler sahilde, anneler/babalar çocuklardan uzak İzmir’de kafa dinlemekteydi. Upuzun sahile dik uzanan sokaklar da, sağlı sollu villaların bahçeleri de bomboştu. Huzur, Beyaz Ada Evleri Sitesi’ni bir meltem gibi sarıp sarmalamaktaydı - ta ki ben o sokaklardan birine girene kadar...

Koca sokak bomboştu, sadece sokağın sonunda bir araba vardı park etmiş. Bu çok iyiydi. Çünkü araba kullanmayı hala tam bilmiyordum ve kaldırıma sıfır park edemenin bunun en büyük göstergesi olduğunu düşünüyordum. Bu boş sokak kaldırıma sıfır park için mükemmel bir ortamdı. Lastikler sağ taraftaki kaldırıma sürte sürte, gözüm sağ aynada, sokak boyunca gittim, gittim ve biraz daha gittim. En sonunda da bir arabaya çarptım. Evet sevgili Kırmızı Şortlu düşkünleri, gelmiş, gelmiş, gelmiş ve sokağın sonundaki o arabaya çarpmıştım.

Araba, branda ile örtülmüş bir Opel Vectra idi. Sahibi ise o sırada bahçesindeki begonyalarını sulayan yaşlı bir emekliydi. Adamcağız, elinde hortum, arabanın içinde gülmekten yarılmakta olan Laz, Kelle ve Sibop’a bakakalmıştı. Bizim gülmemiz bittiğinde talihsiz emekli de şaşkınlığını atmış, sinirden kıpkırmızı suratıya, arabadaki hasarı görmek için arabanın önüne gelmişti. İki tampon arasına giremeyince de “Arabayı geri çek biraz sorumsuz herif” dedi. “Sorumsuz” o gün işiteceğim lafların en hafifi olacaktı. Talihsiz emeklimizin ise benden daha çekeceği çok şey vardı...

Amcam arabasını inceleyebilsin diye geri vitese takıp gaza bastım. Samaram’ın ön tarafı sağa doğru aniden fırlayıp kaldırımı aştı, adamcağızın bahçesine girdi ve bir anda bahçede topraktan su fışkırmaya başladı!!!Dramatik sahnenin iç yüzü şu şekildeydi dostlar:

Araba dümdüz geri gitmek yerine sağ taraftaki bahçeye girmişti çünkü direksiyon 180 derece çevrik durmaktaydı. Direksiyon çevrik durmakdaydı çünkü arabaya çarptıktan sonra olay yerinden uzaklaşırım diye manevra yapmaya kalkmış, emekliyi görünce vazgeçmiştim. Su fışkırmaktaydı, çünkü bahçenin köşesinde sulama musluğu vardı ve Samaram kendisini dümdüz etmişti.

Emeklimiz bahçesinden fışkıran sulara inanılmaz gözlerle bakarken, yazlığın üst katından eşi olduğunu tahmin ettiğim yaşlı bir kadın çıktı ve: “Ne biçim insansınız siiiiiiiz??? Böyle araba mı sürülür???Plakanı aldııııım, trafiğe şikayet etttiiiim bile!....” diye bağırmaya başladı.

Pencereye çıkan yalnızca emeklinin hanım değildi. Yan villada, onun yanındakinde, tüm sitede insanlar pencerelerine, bahçelerine çıkıp olayı konuşmaya başlamış, hatta yavaş yavaş bir güruh etrafımı çevirmeye başlamıştı bile. Olayın bu kadar çabuk büyümesi ve etrafımda bir linç kültürü oluşmasının sebebi sadece bizim emekliye musallat olmam değildi. İzimi tüm siteye bırakmaya başarmıştım. Çünkü; bahçedeki musluğa çarptığımda onun bağlı olduğu yer altındaki ana boru da kırılmış ve tüm sitenin suyu kesilmişti...

Yaz ortasında susuz kalan kalabalık kan istiyordu! Ancak beni bir güzel pataklamak yerine “Tüüüh yazıklarrr olsunnnnn”, “Boyun posun devrilsin”lerle hınçlarını almaya çalışıyolardı. Niye? Çünkü yaş ortalaması 92’ydi ve hava 42 dereceydi ve az biraz daha ileri gidip, örneğin yumruk atmaya kalksalar, içlerinden birkaç tanesi kesin kalpten mevta olacaktı.

En büyük zarar kendisinde olduğundan, benim emekli lider pozisyonuna geçmişti. Beni itip kakan kalabalığın elinden aldı,, Davutlar’dan gidip tesisatçı bulup getirmemi ve bu işi halletmemi emretti. Kelle'yle elimizden geldiğince herhangi bir Beyaz Ada Evler sakinine veya arabasına çarpmadan siteden ayrıldık ve Davutlar’ın yolunu tuttuk. Tesisatçının dükkanının karşısındaki arabayı saymazsak, o gün başka bir arabaya da çarpmadık.

Tesisatçı ile siteye döndüğümüzde hava kararmak üzereydi ve haberler iyi değildi. Tesisatçı bir süre olay yerini inceledikten sonra teşhisini koymuştu. Bahçe borusu sokağın altından geçen boruyu kırmıştı. Bu sebeple de sokağın taşlarının kırılması ve yeni bir boru takması gerekiyordu. Bunları da bu gece yapamazdı. Beyaz Ada Evler Sitesi sakinleri bu geceyi susuz geçirecekti.

Emekli, kaderine razı, homurdanmaktan başka bir şey yapamadı. Tesisatçı ise (nedense) tüm ısrarlarımıza rağmen onu arabayla bırakmamızı istemedi ve minibüsle Davutlar’a döndü. Biz de Kelle’yle benim karavana yollandık. Ertesi gün öğleden sonra, Beyaz Ada Evler’e geri döndüm, cebimdeki tüm parayı tesisatçıya sayıp emeklinin helalini aldıktan sonra İzmir’in yolunu tuttum.

Beyaz Ada Evler’e bir daha hiç adımımı atmadım ama Kuşadası ile işim henüz bitmemişti…

*Çantacı (Yardımcısı): Elinde altın ve mücevher ile kasaba kasaba dolaşıp kuyumcuya mal satan kişiye argoda ÇANTACI denir


Recent Posts
bottom of page