top of page

Kirmizi Sortlu Cocuk


Alaçatı, Çeşme. Temmuz, 2007. Muhsin, Selim, Gamze ve Gamze’nin iki arkadaşıyla Babylon Alaçatı’nın plajındayız. Dün gece olanlar nedeniyle hepimiz uykusuz ve yorgunuz. En çok da geceyi karavanın önünde, yerde, otoparkın çakılları üzerinde geçiren Muhsin. Bu yaz, sonunda, Muhsin ve Selim’le senelerdir hayalini kurduğumuz karavan tatiline çıkmayı başarmışız. Tek bir farkla –roadtrip yerine otopark-trip yaşıyoruz. Otto Alaçatı ile Babylon’un ortak otoparkında. Arabalarını park edenlerin garip bakışları altında mangal yaparken karavancılığımızla pek gurur duyuyor, kendimizi pek bohem buluyoruz.

Oysa ki anne ve babamın bu kampingçilik sevdasından çocukken nefret ederdik. Çünkü tüm sınıf arkadaşlarımız yazlık sahillerinde arkadaşlarıyla top oynar ve/veya öpüşürken biz o kamping senin bu kamping benim dolaşıp durur, bir tane arkadaş ve/veya alt dudak bulamadan yazı kapatırdık. Ama seneler içerisinde o zamanlar nefret ettiğimiz kamping hayatı ve karavancılık bir şekilde cool oluvermişti. O zamanlar cool olan başka bir şey ise Otto’ydu. Daha bir sene önce Asmalımescit'te açılmasına rağmen, başka bir yere gitmez, Otto’ya gitmeyenle konuşmaz olmuştuk.

O yaz Alaçatı’ya da bir şube açmışlardı. Küçük Otto’da, Şeytanın Masası'nda ileri derecede sarhoşken bu haberi aldığımda ilk aklıma gelen moto-karavanı Otto’ya çekmek olmuş, pek sevgili Nevcüment Bronz da bu fikri aynı coşkuyla karşılamıştı.

O gecenin birkaç hafta sonrası işte Alaçatı’daydık. Geleli 2 gün olmuştu. Bir tarafımız Babylon bir tarafımız Otto. Önümüzde arada Babylon güvenlik görevlilerinin söndürmemiz için bizi ikna etmeye çalıştığı mangalımız, elimizde yarı sıcak biralarımız, altımızda güneşten kavrulmuş otopark çakılları, keyfimize diyecek yoktu.

Evvelki gece Babylon'da Nublu’dan Karina sahne almıştımıştı. Ondan önceki gece önce ise Wax Poetic. New York’tan dönmemin üzerinden henüz bir buçuk sene kadar geçmişti. Dolayısıyla hala sinir bozucu şekilde her iki lafımdan biri New York ve/veya Nublu’ydu ve ne zaman bir Nublu ekibi bir yerlerde çıksa ne yapıp ne edip kulis arkasına girmeye veya bir şekilde onlarla beraber görünmeye çalışıyordum. Niye? Çünkü bu şekilde çok havalı göründüğümü sanıyor, kızlara dayanılmaz geliyorum diye düşünüyordum.

Oysa ki bundan tam 5 sene öncesinde, hem de tam şu anda Otto Alaçatı’nın olduğu yerde, dj’i tanıyan eleman havası atmaya çalışırken rezil rüsva olmuştum. O zamanki İngiliz kız arkadaşımla, sanki dünyada tek benim kız arkadaşım varmış edasıyla el ele mekana (Joy Beach) girmiştik. Mekanda birçoğunu lise yıllarından tanıdığım/bildiğim İzmirlilere “İstanbul’u fethetmiş İzmirli” gösterebilmek için fırsat ararken DJ’in -o zamanların en ünlü DJ’i olan ve pek yakınen tanıdığım- DJ U.F.U.K olduğunu farketmiştim. Gecenin DJ’ini tanımak, hele ki İzmirliler önünde İstanbul’un en iyi DJ'ini tanımak adama kategori sıçratırdı. Ama öyle her türlü “tanıma” olmazdı, çünkü zaten neredeyse herkes birbirini tanıyordu, sonuçta ufak bir camiaydık. Önemli olan DJ’le uzaktan selamlaşmak veya yanına gidip sırıtmak değil, tokalaşabilmek, mümkünse sarılabilmekti. İşte o “yakinen tanıdığımdır” demekti ve herkes, hele ki DJ U.F.U.K ile bu mertebeye ulaşamazdı.

Bu yüzden de DJ kabinin önünden geçerken, mertebemi gösterebilmek için, pikabın üzerinden havalı havalı elimi (yan) tokalaşmak için uzatmıştım. DJ U.F.U.K de (sonradan öğreneceğim üzere, o sırada diğer elimde bulunan kız arkadaşımla işi pişirdiğinden olacak) beni kırmamış ve yan tokamı havada bırakmamıştı. Ancak ne yazık ki o toka o kadar çabuk çözülemeyecekti. U.F.U.K elimi bırakıp mesleğine geri dönmeye çalışırken attığım adımın boşa düştüğünü farkettim. Gururdan yaşaren gözlerim nedeniyle önümdeki basamağı görmemiş, bir elimde U.F.U.K'un eli, bir elimde İngiliz, yere kapaklanmıştım. Benim ağırlığımla U.F.U.K da pikabın üstüne düşmüş, bunun üzerine müzik kesilmiş ben de utancımdan koşarak kendimi Votka-Redbull’a vermiştim.

İşte dün gece de beraber görünebilmek için İlhan’ın (Erşahin) peşinde koşarken Selim de etrafta Gamze aramakla meşguldü. Selim ve Muhsin’in üniversiteden arkadaşı, zamanında Selim’le beraber otururken çılgın sesiyle sabahlarımın içine eden, 10 yıllık kankamız Gamze. Tesadüfen bu hafta o da Çeşme’deydi ve en yakın arkadaşıyla birlikte o gece Alaçatı’daydılar.

Yarım Wax Poetic konseri, iki buçuk dj seti, 6 votka-soda, 4 jager shot ve yarım paket sigara sonrası geceyi ben Çeşme’de Gamze’nin arkadaşında, Selim ve Gamze karavanda, Selim ve Gamze yanlarında kimse istemediğinden de zavallı Muhsin de karavanın önünde çakıllarda geçirmişti.

İşte böylece, bu güzel yaz günü, Babylon’un plajında yorgun, uykusuz, yer yer pişman ve aklımız karışık yatıyorduk. Kafamızdaki sorular şunlardı: Acaba Selim’le Gamze için dün gece ne demekti? Acaba Muhsin bu gece nerede yatacaktı? Acaba bu gece etrafta İlhan ile görünebilecek miydim?

İşte bu sorularla boğuşurken, plajda dünya güzeli bir kızı farkettim. İnce, uzun, renkli gözlü ve yağız tenliydi. Yanındaki kız arkadaşı ile arkaları denize bakar şekilde yatıyorlardı ve dolayısıyla her kafasını kaldırdığında da göz göze geliyorduk. Önceleri kendisini çok önemsemesem de bir süre ve bir sürü bira sonrasında ben de ilgisini karşılıksız bırakmadım ve öküz gibi bakmaya başladım. Birkaç saat ve bir sürü daha bira ve biraz mojito sonrasında artık birbirimiz için yaratılmış olduğumuza kani olmuştum.

Etrafta İlhan aramaya başladım. İlhan'ı bir yakalasam kadınımın önünde deve güreşine ikna edip gönlünü garanti altına alacaktım. Ama ne İlhan ne de herhangi başka bir ecnebi müzisyen yoktu görünürde. Peki selvi boylumla nasıl tanışacaktık? İnsan gibi yanına gidip konuşmayı beceremezdim. İki kere kendisine bunun için yaklaştığımda yürüyüşümün aldığı garip formdan bunu anlamıştım. Daha kendisine doğru yürümeyi bile beceremiyorsam acaba yanına vardığımda ağzımdan neler çıkacaktı.

Belki dedim akşamı beklemeli, Babylon veya Otto’da (mümkünse koltuğumun altında Karina veya Nevcüment Bronz’la) tanışmalıydım? Ama Babylon/Otto’ya geleceğini nereden biliyordum? Ya mesela – Allah yazdıysa bozsun – İzmir veya Ankara’da oturuyorsa ve bu onu son görüşüp ise ne olacaktı???

Aklımı başıma topladım -ve her cool Nublulu'nun yapacağı gibi yağız yarimin plaj çantasına bir aşk notu bırakmaya karar verdim ve bir koşu kağıt bulmak için Babylon’un gişesine yollandım. Gişede elime geçirdiğim flyerı önce 4’e katladım, daha sonra şu dizelerle süsledim:

(üst kat)

AÇ BENİ (insert: gülen surat)

(ikinci kat)

ARA BENİ(insert: daha büyük gülen surat)

(üçüncü kat)

GSM: 0532xxxxxxx∞

Şimdi niye böyle bir aşk notu hazırlamıştım? Aşk bunun neresindeydi? Bunları düşünmedim mi sanıyorsunuz? Evet aslında pek düşünmedim. Daha doğrusu düşündüğüm kadarıyla en akıllıcası bu geldi. Sonuçta kalkıp akrostiş şiir yazamazdım. Niye? Çünkü ismini bilmiyordum. YAĞIZ YARİM adına yazsam o da çok uzun olurdu. Hem önemli olan samimiyetti. Ben ona şiirler, şarkılar yazardım sonra, yeter ki arasındı.

Notu yazmıştım yazmasına da, hiç düşünmediğim bir sorunla daha karşı karşıya kalmıştım. Rihannam bunu benim yazdığımı nereden bilsindi? O tene kayıtsız kalmamış kimbilir nice yiğit vardı plajda. Derdime deva ararken gözüme emektar şortum ilişti. Tüm günü (ayrıca tüm o yazı ve 2014 yazında Arsuz’da unutana kadar gelecek yazlar da dahil) aynı kırmızı şortla geçirmiştim. Benim notumu diğer notlardan ayıracak da işte buydu ve aşk notunun son katını şu şekilde imzaladım:

(dördüncü kat)

İmza:

Kırmızı Şortlu Çocuk

Notum cebinde bizimkilerin yanına geri döndüm ve şezlonguma uzanıp planımın doğru anı kollamaya başladım. Notu gizlice plaj çantasına koyma fikri bile heyecandan ishal yapmıştı.

Önce tuvalete mi gitsem acep diye düşünürken kuğu boyunlum ve arkadaşının denize gittiğini görünce tüm cesaretimi topladım ve benden beklenmeyecek bir çeviklikle çantaya notu bırakıverdim. Bıkarır bırakmaz da öylece kalakaldım. Bacaklarım resmen oynamıyordu. Notu bırakınca heyecanım azalır diyordum ama tam tersine tavan yapmıştı! Kalbimin diğer yarısı birazdan denizden (ıslak ıslak) çıkacak, kurulanacak, sonra cep telefonuna bakmak için elini çantasına atacak ve “AÇ BENİ (gülen adam)” ile karşılaşacak, kafasını kaldırıp bana bakıp gülümseyecekti. Bu karşılaşmaya hazır değildim, hemen oradan kaçmalıydım.Uçar adımlarla bara gittim ve iki dakika içinde 2 frozen margarita birden içtim.

İkincinin ortasında, küçük dilim donmuş haldeyken Selim belirdi karşımda. “Nerelerdesin lan iki saattir sekip duruyon ordan oraya?” dedi. Bu sırrı artık tek başıma taşıyamayacağımı anlamıştım. Oracıkta Selim’e olan biteni anlattım. “Ehueheuhe tam bir salaksın” diyerek bana cesaret verdi. Sonra da “Bir dakika” dedi “ben o hatunu şimdi sahilde gördüm, bir elinde cep telefonu bir elinde bi kağıt parçası, öyle duruyordu”.

Bunları duyar duymaz beynimden vurulmuşa döndüm. Kalan margaritayı artık hissizleşen boğazımdan dökerek bardan fırladım ve karavana doğru depar atmaya başladım. Aşkım beni aramak üzereydi. Ama telefonu plajda cevaplayamazdım, çok heyecanlanırdım, kapalı, güvenli bir yerde olmalıydım. Deparım sırasında karavanda duşumuz olmadığını hatırladım ve beybimle akşama kadar cinsel olma ihtimalimize karşı soluğu Babylon’un açık duşlarında aldım.

Kalbim güm güm, kafamda aradığında neler diyeceğimi planlarken yanımdaki duşta belirdi kendisi. Emin olmak için sudan kafamı çıkardım. Evet oydu, sevdalinkam yanı başımda, sanki aramızda hiçbir şey yaşanmamış gibi, kestane rengi saçlarını yıkıyordu. Bir insan yan duştan kafasını uzatmış bir insana bu kadar kayıtsız kalamaz, hele ki bana hiç diye düşündüm. Belki de henüz notu görmemişti? Belki Selim yanlış görmüştü? Belki de plaj çantası kankasınındı, not düşman ellerdeydi???

Tüm cesaretimi toplayıp “Merhaba” dedim kafası duşun içinde olan bir insana. Nitekim duymadı. Çekine çekine omzuna dokundum, bu kez de yerinden fırladı. Kafamı duştan çıkartıp “Selam” dedim koca gülümsememle, “Kırmızı Şortlu Çocuk benim”. “Ne??” dedi kafasını duştan çıkarmadan. “Çantana notu bırakan benim” dedim elim kafamda saçlarımı yıkarmış gibi yaparken. Yine “Neeee?” dedi. “Çantana telefon numaramı bıraktım beni ara diye” dedim bağırarak.

Bir an durdu, kafasını yavaşça duştan bana doğru uzattı “Sen kendini ne sanıyorsun be, ne cüretle çantama not koyarsın” dedi ve saçlar beline yapışmış halde duştan fırlayıp gitti.

Pötiberimi bir daha hiç görmedim. Daha doğrusu o kış Küçük Otto’da bir kez gördüm. Duştaki bakışlarından bir şey kaybetmemişti. Bu arada Selim ve Gamze bir sene sonra evlendi, üstüne de süpo bi oğulları oldu, bize de kerevetine çıkmak kaldı.


Recent Posts
bottom of page