top of page

Dahili ve Harici Bedhahlarım


​​

Ocak 1998. İstanbul. Marmara Hukuk’ta 2. sınıftayım. O zamana kadar üniversite mesaimi şu şekilde değerlendirmişim: (i) solculuk yapmak (i.e. okulda faşolarla çatışmaya girmek, okulda çatışma yoksa İstanbul’un bilimum kampüsünde çatışmaya girmek ve gözaltına alınmak), (ii) Kemancı'ya gitmek, (iii) Millenium'a gitmek, ve (iv) bilimum uçucu (tiner, bali, uhu) ve keyif verici madde ve alkol tüketmek.

Hal böyle olunca daha okula kayıt yaptırmadan başlayan (ve doğru çıkan) “Ben bu okuldan sittinsene mezun olamam” korkusu tavan yapmaya başlamıştı. Zor zamanlar dahiyane çözümler gerektirir derler ya, işte bana da aynısı oldu ve bir sabah uyandığımda şimşek çaktı - ders çalışıp yaklaşan sınavlara mı girseydim acaba?

Birkaç saat sonra, vize ders notları dolu torbam elimde fotokopiden çıkmış Marmara Hukuk’un bitmek bilmez koridorlarında yürürken koridorun diğer ucunda iki kişi belirdi - Mükremin ve Bünyamin, nam-ı diğer nemesislerim...

Faşizm ile uğraşan bu arkadaşlar genelde okula pek uğramaz, uğradıklarında da sürü halinde dolaşmaya ve yine sürü halinde dolaşan biz devrimci yağız delikanlılarla karşılaşmamaya özen gösterirlerdi. Sonuçta her karşılaşma, onlar için sopa ve soda şişesi bizim için ise satır ve gözaltı riski demekti. Dolayısıyla, bu arkadaşları sürüden ayrı şekilde görmek pek sık rastlanan bir durum değildi. Öte yandan, okulun geri kalanı gibi solcu gençlik de evde ders çalışmakla meşguldü. Yani ben de sürüsünden ayrı düşmüş bir ceylan kadar narin ve güzeldim.

Bitmek bilmez koridorda birbirimize doğru yürürken kafamda dayak yeme hesabı yaptım ve dayak yeme ihtimalimin (onlar 2 ben tek) hayli yüksek olduğuna kanaat getirdim. Kaçmak tüm dertlerimi çözecekti ama temsil ettiğim devrimci harekete bok sürdürmek istemediğimden yürümeye devam ettim.

Sonuç olarak yaklaşık 11 saniye sonra ilk yumruğu yemiş yerde debelenmekle meşguldüm. Ama bir planım vardı ve yerde debelenmek de bunun bir parçasıydı. Yumruğu yiyip yere düşerken Bünyamin’i de aşağıya çekmiş, yerde tüm ağırlığımı üstüne verip kafamı da göğsüne sokunca kendisini etkisiz hale getirmiştim. Ayaktaki Mükremin’in tekmeleri ise pofuduk paltomda (North Face) meltem etkisi yapıyordu anca. 90larda iki faşodan dayak yiyen bir solcu açısından bakarsak, her şey yolundaydı diyebilirim. Şu pat pozisyonunu bir süre daha, mesela bir yarım dakika daha sürdürebilsem kurtulmuştum. Sonuçta Mükremin ve Bünyamin beni dakikalarca pataklamayı göze alamazlardı, koridora her an bizden biri girebilirdi.

Ancak huzurum bağırsaklarımdan gelen gurultuyla yerle bir oldu! Guruldama önceki gece içilen köpek öldürenlerin (Marmara Güneşi ve sınıf atlamadan önceki Buzbağ) ve bunun sonucunda bağırsaklarımda çıkan iç savaşın habercisiydi. Ne zaman köpek öldüren içsem ertesi gün ishal olurdum. Ve şimdi, okulun buz gibi koridorunda yerde dayak yememek için debelenirken vücut stres, adrenalin, kortizon, endorfin ne bulsa salgılamış ve yumurta kapıya dayanmıştı!

İç savaşı bağırsaklarıma baskı yaparak, tüm gücümle kendimi kasarak bastırmaya çalıştım ama bu kez de hareket serbestisini yitirmiştim. Bünyamin'in yumruklardan kaçamıyordum bu haldeyken. Önümdeki seçenekler sınırlıydı ve iki uç da bokluydu: ya altıma sıçmamak için kasıp dayak yiyecek, ya da sıçacak ama dayak yemeyecektim. Tercihim belliydi. Tek yol devrimdi...

Kısa süre sonra "faşist saldırı" sona ermişti. Bünyamin ve Mükremin beni daha fazla dövmeye çalışmayı göze alamayıp kalkıp koridorun diğer ucundan çıkmışlardı. Ben de, paçamdan akanları umursamadan, hemen dönüp yukarıya, ana koridora çıktım. Tek isteğim bir an önce okuldan çıkmak, eve gidip temizlenmekti. Yukarıya ana koridora çıktığım anda dertlerimin henüz yeni başladığını anladım: devrimci gençlik olarak hep bu koridorda bekleşirdik ve ben bugün okulda hemen hiç kimse yok zannederken aslında bir on kişilik mevcudumuz olduğunu fark ettim. Normalde sevinmem gerekirdi ama okulda devrimci gençlik olması demek, kronolojik olarak şu olayların yaşanması demekti:

(1) faşist saldırıya cevap verilecekti,

(2) çatışmayı duyan polis okula girecekti,

(3) dayak yiyip gözaltına alınacaktık,

(4) geceyi bu halde karakolda geçirecektim.

Ilk 3ü tamam işin doğasında vardı da 4. yü kaldıramazdım işte. Kimselere söylemeden okuldan çıksam mı diye düşünürken devrimci gençlerden biri patlak dudağımı fark etti ve fitilin ucu ateşlendi. Birkaç dakika içinde anfilerdeki sıralardan kırılan sopalar elde toplu halde kantinin önündeydik bile. Ben ülkücü kardeşlerimiz çoktan okuldan çıkmıştır diye düşündüğümden gayet rahattım.

Çünkü yukarıdaki (1) gerçekleşmezse (4) de gerçekleşmeyecekti. Ama işte başıma kaynar sular oracıkta döküldü: ikisi Bünyamin ve Mükremin olmak üzere 5 işgüzar ülkücü kantinin bir masasında muhabbet ediyordu ve kantin biz girer girmez, yaklaşmakta olan çatışma yüzünden boşalmaya başlamıştı bile.

Tek çare komutayı ele almaktı. Bizim grubun önüne geçip ülkücülerin masasına ilk ben vardım ve "Bu saldırı cezasız kalmayacak!" diye bağırdım. "Bu okula bir daha giremeyeceksiniz!" diye de devam ettim. Sonra da dönüp çok normalmiş gibi kantinden hızlıca çıktım!.. Bizimkiler şaşkın halde peşim sıra kantini boşalttılar. Ülkücüler daha da ambale olmuşlardı. Bomboş kaleye tüm takım atak yapıp kale çizgisinin oradan tekrar kendi yarı sahamıza dönmüştük.

Şimdilik bokumun içinde geceyi geçirmekten yırtmıştım ama daha bitmemişti. Bizimkiler şaşkınlığı üstlerinden atıp da niye saldırmadığımızı sormaya başladılar haklı olarak (hala bu konuyu merak eden kaldıysa cevabı budur işte eski tüfeklerim). Önce dışarıdan destek çağırmamız gerektiğini, sayımızın yetersiz olduğunu geveledim. İlki her zaman iyi bir fikirdi ama ikinci dediğim bariz yalandı, onların en az 3 katıydık.

Velhasıl, “Dışarıdan destek getirtmek için telefon açmaya gidiyorum” bahanesiyle bizim koridordan yanımda Hüseyin’le (kendisi ÖDP’liydi yani "bizdendi") uzaklaştım:

- Hüseyin, sen Sinan’ı ara, partide ne kadar kişi varsa getirsin, ben çıkıyorum.

- Çıkıyor musun abi? Nasıl çıkarsın abi?

- Altıma sıçtım, geri gelicem

-Tamam abi.

Hüseyin sanki her gün altına sıçmış biriyle konuşurmuş gibi metin ve umursamazdı. Cidden ilginç bir insandı. Neyse, Hüseyin’e davayı emanet edip okuldan çıktım. Selimiye’de okuldan solcu elemanların kaldığı bir öğrenci evine gidip pantolondan kurtuldum. Temiz popomla geri döndüğümde yüzlerce polis çoktan okula yığınak yapmıştı bile. Ama bir şekilde o gün çatışma çıkmadı. Polis koridorunda okuldan çıktık ve toplu halde Kadıköy'e döndük.

Şu anda ne yapıyolar?

Mükremin ve Bünyamin - Valla şu anda ne yaptıkları konusunda en ufak fikrim yok. Ama sonra ellerini kollarını sallaya sallaya okula geldiler. Bu minnoş faşist saldırı konusu da böylece kapandı.

Boklu pantolon - Evlerinde gidip temizlendiğim arkadaşlarım pantolonu 4 ay kadar sonra geri getirdiler. Bıraktığım şekilde...

Hüseyin - Antalya'ya yerleşti. Bir et beni var.


Recent Posts
bottom of page